Volkanik Fransa'da Dört Gün

(Yorumlar)

Fransa kendi ülkesinin reklamını çok iyi yapan, bu nedenle de çok tanınan, turizmden en çok gelir elde eden, turistler için en ilgi çekici ülkelerden biri. Bu ülkeye ayağını basmamış da olsa herhangibir dünya vatandaşının Paris'i, Eyfel Kulesini , Nice'i, Cannes'i , Cote d'Azur'u mutlaka duymusluğu vardır. Müzeleri, festivalleriyle kültür ve sanatın Fransa'sı, denizi, okyanusuyla kıyı Fransa'sı, Pireneleri, Alpleriyle dağların Fransa'sını çoğu insan bilir, gezmiştir de volkanik Fransa pek bilinmez. Doğrusu volkanlar özel ilgi alanınız değilse veya bu güzel ülkede uzun süredir yaşamıyorsanız o kadar görülecek yer varken volkan temalı bir geziye kalkışmanızı da zaten kimse sizden beklemez. İşte benim "Massif-Central"deki (Volkanları da içine alan ülke merkezindeki bir bölgeye verilen isim) volkanik gezim sanırım onları çok seviyor, çok ilgileniyor olmamdan değil de Fransa'da uzun süredir yaşıyor olmamdan kaynaklandı.

Paris'ten ayrılmadan önce gezmek istediğimiz yeri içine alan bölgeyle aynı isimli "Massif-Central" dergilerden ilgimi çekenlerinden bir kaç tanesini kütüphaneden ödünç aldım. Bu dergide orada yapılabilecek güzel yürüyüş parkurları ayrıntılı bir şekilde belirtiliyordu. Daha sonra İGN'nin yürüyüş yapmak istediğimiz alanla ilgili detaylı haritalarını da elde ettikten sonra artık bizi kim tutabilirdi. Bu geziyi yapmaya ikna ettiğim diğer üç arkadaşım ve içlerinden birinin arabasıyla yola koyulduk.

Bugün Milli Park ilan edilmiş olan bölgede volkanlar, 20 milyon yıl önce aktivitelerine başlamışlar ve en son patlama da 5000 yıl önce ölmüş. Bizim ilk hedeflerimizden biri milli parkın içinde kalan sönmüş volkanik sıradağların en yükseğine çıkmak. İsmi "Puy de Dome" . Cuma sabahı yola çıkıyoruz. Geceyi bu dağın yakınlarında bir yerde geçirmek istiyoruz. Çadırımız yanımızda kamp yapacağız. Öğleden sonra "Puy de Dome" yakınlarındayız. O gün artık yolda geçtiğinden kalan zamanı Vulcania isimli bir parkta geçirmenin akıllıca olacağına karar veriyoruz. Vulcania volkanları A-Z'ye anlatan öğretici bir tema park.. Bu parka , Volkan şeklinde inşa edilmiş konisel devasa bir yapıdan giriliyor ve yavaş yavaş aşağılara iniliyor. Asıl gezilecek kısım yer altında (Lonely Planet vulcania için "Megalomanyak" park tanımlamasını kullanmış. Bu tanımlamayı kesinlikle hak ediyor) İçinde neler yok ki .. Park daha çok Kraft soyadlı volkanlara tutkuyla bağlanmış volkanog bir çiftin konuyla ilgili topladıkları herşey kısaca bir ömür boyu yaptıkları çalışmalarla dolu. Çiftin en son Japonya'da incelemeye gittikleri bir volkanın lavları altında kalarak yaşamlarını kaybetmeleri de üzücü olmasının yanısıra biraz romantik de. Vulcania'yı gezmek akşama kadar bizi oyalıyor.

Cumartesi günü, seçtiğimiz bir rota üzerinden "Puy de Dome"'a tırmanıyoruz. Rotamızın üzerinde güzel büyük bir volkan krateri de var. Tırmanış üç saatimizi alıyor. Sönmüş bir volkana tırmanmak sönmemiş bir volkana tırmanmaktan daha kolay!! Daha önce Guadeloupe'da " la Soufrière" isimli hala aktif bir volkana çıkarken kraterinden havaya yayılan gazlar yüzünden gözlerimin epey yandığını hatırlıyorum. Sönmüş bir volkana çıkarken böyle rahatsızlıklarınız olmuyor. "Puy de Dome" 1465 metre yüksekliğinde. Tepesinde çok güzel bir manzaranın yanısıra restaurant, cafe, posta ofisi, romalılardan kalmış bir tapınağın harabeleri, telekomünikasyon için kurulmuş antenler, parapent yapılan bir kısım da var. 65 Euroya sizi kuşlar gibi uçuruyorlar. Bu dağa otobüs ve arabayla da gelinebiliyor(Hatta eskiden dağa çıkan bir tren bile varmış). O yüzden dağın zirvesi turistlerle kaplı.

"Puy de Dome"dan kaldığımız kampa dönüyor ve ertesi gün çıkacağımız "Puy de Sancy" isimli dağa yakınlaşmak amacıyla akşam üzeri yola çıkıyoruz. "Puy de Sancy " yakınında "La Bourboule" isimli şirin bir termal kasabasındaki kampa yerleşiyoruz. Bu bölge volkanik olmasından dolayı kaplıca suları açısından da çok zengin. Sağlık için faydalı olduğuna inanılan bu sularla tedavi uygulayan termaller ve otellerle tıka basa dolu epey bir kasaba var.Akşam bu şirin kasabayı geziyoruz. Etraftaki bir kaç yenilenmiş cafeyi ortalıkta dolaşan modern giyimli insanları göz önüne almazsak sanki zaman 1900lerden bu yana bu kasabada ilerlememiş gibi. İnsan "La Bourboule"ü gezerken yüklü miktarda bir paranın bir asır önce buraya uğradığını ama şimdilerde çekilip gittiğini görebiliyor. Yüzyıl öncesinin burjuvası termal turizmine bugün olduğundan mutlaka daha meraklıymış. O yüzden belli ki "La Bourboule" da bir asır önce en görkemli günlerini yaşamış. Zaman, burjuvaların da eğlence ve gezme anlayışını değiştiriyor.

Pazar günü sabahı "Mont D'ore" isimli "La Bourboule"'a 35 kilometre uzaklıktaki başka bir termal kasabasına gidiyoruz. Çünkü "Puy de Sancy"e çıkış için seçilen güzel yollardan biri bu kasabada başlıyor. Mont D'Ore'dan "Grande Cascade"(Büyük şelale) yazısını gösteren tabelaya takılıp ormanlık, yürüyüş için özel olarak düzenlenmiş sık ağaçların gölgelediği yolu da izleyerek "Grande Cascade"'a çıkış. Bu ismi gibi büyük güzel bir şelale. Akan şu çok gür değil ama epey bir yükseklerden dökülüyor. "Grande Cascade", Massif Central'ın en büyük şelalesi, 32 metre yüksekliğinde. Bu şelaleden çok da yorucu olmayan bir yol bizi Roc de Cuzeau'ya(1737m) götürüyor. Asıl çıkmak istediğimiz dağ yaklaşık 150 metre daha yüksekte ama biraz daha yolumuz var. Roc de Cüzeau'dan "Puy de Sancy"e dağ sırtlarını izleyerek yürüyoruz. Bu da çok güç olmuyor. Zaten yolda, küçük çocuklarının elinden tutmuş parkta gezermişçesine ailece dağa tırmanış yapan bir sürü grup görüyoruz. "Puy de Sancy" zirvesine tırmanan arabalar , otobüsler yok ama bir teleferik var. O yüzden bu dağın da tepesi turistlerle kaplı. 1885 metre yüksekliğindeki dağ Massif Central'ın en yüksek dağıymış.

Volkan parkından, volkanik bir dağdan sonra volkanik bir golü görmeden buralardan elbette ayrılmayacağız. Hedefimiz "Le Lac Servieres". Bölgedeki 8 volkanik golden biri . 1200 metredeki bu gol de diğer krater gölleri gibi yusyuvarlak. Golün kenarındaki piknikten sonra etrafında bir saatimizi bile almayan bir tür yapıyoruz.Artık Paris'e dönme zamanı geldi.

Dönüş yolculuğumuzda Paris'e bir kaç saat kala Briar isimli bir kasabadaki "Pont Canal"(Köprü kanal) görelim istiyoruz. Bu şimdiye dek gördüğüm en ilginç köprülerden biri. La Loire isimli ülkenin en büyük nehirlerinden birinin üzerindeki su kanallarını birleştirmek üzere inşa edilmiş. Nehrin üzerindeki bu köprüden "peniche" ler (nehir gemileri) geçiyor. Fransa sanayi devriminden çok önce 16. yüzyıldan itibaren ticari ulaşımın şu yolu ile yapıldığı bir ülke. Hani derler ya ülkeyi demir ağlarla örmüşler diye. İşte Fransızlar da ülkelerini şu ağlarıyla ormüşler. Bahsettiğim köprünün değil ama civardaki kanalların da geçmişi 16. yy kadar gidiyor. Akdeniz limanlarından ülkenin içlerine bu kanallarla mal taşıyan gemiler de eskiden atlar tarafından çekilirmiş. Zaten köprü kanalın girişinde "Atlarla çekimin sonu" ifadesine gelen bir pano asılı. Nehir gemileri, köprüde insan gücüyle çekiliyorlarmış. 600 metre uzunluğunda, 2.2O metre derinliğindeki köprü kanalın iki yanında beş-altı kişiyi yanyana alacak kadar yer var. İnşasına Eyfel firmasının da katıldığı köprü kanalın yapım yılı 1890-1894.

Sonra yola devam, bir kaç saat sonra trafik sıkışıklığına da yakalanmadan Paris'teyiz.

AYSUN AKARSU, Temmuz 2002

Şu anki puanlama: 5

Yorumlar